Frankenstein (1994): Annenin Kaybından Travmaya Uzanan Après-Coup Döngüsü

mary

Giriş

Kenneth Branagh’ın 1994 yapımı Mary Shelley’s Frankenstein filmi, anne kaybının ruhsal dünyada bıraktığı ham izin zaman içinde nasıl travmatik çekirdek haline geldiğini göstermek için psikanalitik okumaya uygun bir anlatı sunmaktadır.. Film, travmanın tek bir olaydan ibaret olmadığını, anlamın ancak sonraki karşılaşmalarla sonradan inşa edildiğini ve travmanın da bu ardışık yeniden yazımlar sonucunda oluştuğunu sahne sahne ortaya koyar gibidir.

İlk Kayıp

Filmde Frankenstein ailesi, Victor’un çocukluk yıllarında mutluluk ve bütünlük içinde betimlenir. Canlı renkler ve ışık dolu sahneler, Victor’un henüz yara almamış ruh halini yansıtır gibidir. Ancak bu tablo, bir aile dansı sırasında Caroline Frankenstein’ın aniden doğum sancısına girmesiyle bozulur. Victor’un annesi Caroline, oğlu William’ın doğumu esnasında hayatını kaybeder. Bu erken kayıp, dışarıdan bakıldığında son derece dramatik olsa da, filmde küçük Victor’un bu ölümü o anda idrak edebildiğine dair bir izlenimimiz oluşmaz.  Psikanalitik kuramda, çocuklukta yaşanan travmatik deneyimlerin gerekli sembolik araçlar olmadığında temsil edilemediğinden ve sadece iz bıraktığı açıklanır. Victor’un annesinin ölümü de aynen böyle, anlamlandırılamayan bir eksiklik şeklinde psişeye çökmüş ve normal yas sürecinin başlamasını engellemiş olarak anlatılmaktadır. Henüz çocuk olan Victor’un, ne olduğunu tam olarak anlayamadığını, anne kaybını kelimelere, sembollere dökemediğini görürüz. Yas sanki askıda kalmış, ne tam yaşanmış ne de sona erebilmiş gibidir.

Ölümü Alt Etme Fantezisi

Annesinin zamansız ölümü Victor’un ruhunda kapanmamış bir yara olarak kaldığını, bu yaranın ilerleyen yıllarda farklı kılıklarda kendini göstermesinden anlarız. Filmde Victor’un bilimsel merak ve hayat verme tutkusunun arkasında, aslında bilinçdışı bir omnipotent fantazi yattığını çok geçmeden kavrarız. Victor, annesinin ölümünü kabullenemediği için ölümün geri döndürülebileceğine dair büyüsel bir inanca sarılmıştır. Ergenlik çağına geldiğinde annesinin mezarı başında diz çökerek kimsenin “bir daha ölmemesi” için çabalayacağına dair yemin eder. Ölümü “durduracağına” dair bu söz, aslında Victor’un bilinçdışı omnipotent fantazisinin açık ifadesi gibi okunabilir.  Yani Victor’un öyküsü, annesini kaybetmenin acısıyla başa çıkmak yerine, ölümü zeka yoluyla inkar etme çabasıdır. Psikanalizde böylesi her şeye kadirlik inancı, çaresizlik karşısında geliştirilen bir savunmadır ve çocuk ruhunun “olmaması gereken bir gerçeği” sihirli düşünceyle tersine çevirme girişimidir. Victor da annesinin yokluğunu telafi etmek için bilimin gücüne sığınır. Ölüm onun gözünde geri çevrilebilir bir hata haline gelir ve yaşamı yeniden yaratmak ise hem yitirilenin onarımı hem de kendi varlığını yeniden kurma girişimidir. Kısacası Victor’un ceset parçalarından bir canlı yaratma fikri, salt bilimsel ilerleme arzusundan değil, tutulamamış yası inkar etmek için geliştirdiği fanteziden beslenir. Bu yönüyle film, genç Frankenstein’ın çığır açan deneyinin ardındaki bilinçdışı itici gücü adım adım açığa çıkarır.

Yaratılış Sahnesi = Yeniden Doğum

Victor, üniversitedeki yıllarında ölümün sırrını çözmeye adanmış takıntılı çalışması sonucunda nihayet şiddetli  fırtınayla, elektrikli yılanlarla ve patlamalarla bezeli bu sahnede, yaratığa hayat vermeyi başarır. Fakat hemen ardından kendi yarattığı bedenden dehşete kapılarak geri çekilir ve yaşadığı deneyime bakamaz hale gelir. Yaratık ilk nefesini aldığında, Victor onu korkunç bir hata gibi görür ve irkilerek uzaklaşır. Omuzlarına kadar çıkan amniyotik sıvı ve devasa rahim benzeri kapsül gibi görsel öğeler, bu anı tuhaf bir doğum sahnesine dönüştürmek için yerleştirilmiş gibidir. Ancak bu doğum, tıpkı Victor’un anne ölümünde olduğu gibi, sevinç yerine dehşet yaratmıştır. Victor yeni doğan/meydana gelen “çocuğunun/yaratımının” yüzüne bile bakamaz. Gözlerini kaçırır, onu örtmeye çalışır ve yaratığa bir canlı olarak anlam veremez haldedir. Bu, Victor’un ruhsallığında anne kaybının ilk yansımasını ifade eden sahne gibidir. Çocuk Victor’un yaşadığı temsil edilemeyen kayıp, şimdi genç Victor tarafından temsil edilemeyen bir yaratılış olarak tekrarlanmaktadır. Yani olay (doğum ve kayıp teması) tekrar etmiş fakat yine anlam kazanamamış, sadece ham duygu yoğunluğu olarak kalmıştır. Bu noktayı  geçmişteki yaraya ait ilk titreşim gibi okuyabiliriz.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir